Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

HÜSEYİN ÖZGÜLER


TAHTA OBADAN BESNİ LİSESİNE EĞİTİMDE ZAMAN YOLCULUĞU?


Bir Besni vardı diye başladığı o muhteşem anlatımı ile daha yüz yılı bile doldurmayan geçmişin anılarını dillendirerek bu günlere taşıyan Nuri DAYIOĞLU´nun anlatımını geleceğe taşımak için ne yapmak gerek? Geçmişin anılarını bizden sonraki nesiller, kendinden sonrakilere nasıl anlatacaklar. Bizlere bir Besni vardı diye aktarılan o günlerin anılarını bizlerde bizden sonrakilere bir Besni varmış diye anlatıyoruz aktarıyoruz, ya bizden sonrakiler ne anlatacaklar ya da anlatacak bir şeyler bulacaklar mı? Birçok konu işlendi anlatıldı, hatıralar taze tutulmaya çalışıldı, çok kez kitaplarda, şiirlerde ve arada bir yapılan çekimlerde Besni´nin çeşitli konuları işlendi geçmişte kalan anılar o günlerdeki yaşananlar yapılan bu çalışmalar ile ölümsüzleştirilmeye çalışıldı, canlı tutulmaya çalışıldı.
Bende, geçmişten bu günlere eğitimi elimin, dilimin yettiği kadar araştırarak yazıya döküp, sizlerle paylaşmak istiyorum. Kıtlık ve yoksulluğun ortalığı kasıp kavurduğu 1940 yılların ortalarında güneşin ve suyun bu sesiz şehre hayat verdiği aylarda her ailede bulunan küçük çocuklarda okul yollarında cıvıldaşarak çıkardıkları sesler ile günlük hayata renk katıyorlardı.
Tahta obada atılmıştı Besni´de ilkokulla başlayan eğitimin ilk adımları, Eşkilaşlara ait olan iki katlı evde iki sınıf okutulurdu. Birinci sınıfları Ahmet Öcal ikinci sınıfları ise Besni´ye dışardan gelen Goni bey okutuyordu. Kocaman tahta kapının kilidini her sabah birinci sınıfları okutan Ahmet hoca (Ahmet Öcal) açar öğrencilerin tek tek gelmelerini bekler, gelen öğrenciler derme çatma sıralarda yerlerini alırken Ahmet hoca dışardan gelen kuş cıvıltılarını bir müddet dinledikten sonra, çocuklara ABC ile derslere başlardı. İkinci sınıfları okutan Besni´ye dışardan gelmiş olan Goni Bey sessiz ve yavaş adımlarla okula gelirken içeri girdiğinde her sabah olduğu gibi Ahmet hoca tarafından güler yüzle günaydın diyerek karşılanır oda yere serili hasırın üzerinde ders gören öğrencilerine her zamanki gibi başparmağını sallayarak yerlerine oturmaların işaret ederek o günkü dersine başlardı.
Nereden geldiğini kendisine sorduklarında birçok yerde görev yaptığını, çok insan yetiştirdiğini söyler sorulan sorulara kısa cevaplar vererek sohbetlere pek katılmazdı. Kırklı yılların ortaları yani 1945 yılının Şubat ayının o soğuk günlerinde hastalanarak yatağa düşen Goni beyin çelimsiz vücudu hayata daha fazla direnemediğinden bir gün şafak vakti yalnız başına kaldığı evinde vefat etmiş. Sabah işyerlerine gelen Demirciler çarşısı esnaflarından birkaç kişi hasta olduğunu bildikleri Goni beye bakmaya gittiklerinde bu yalnız adamın beyaz mitilinde tavana bakan açıkgözlerinde hiçbir mana bulunmayan boş bakışlı cansız bedeni ile karşılaşırlar. Suskun, sessiz kendi halinde yaşayan bu yaşlı öğretmenin, bir varmış bir yokmuş gibi bir sabah şehirde ölüm haberi kulaktan kulağa duyulmuş, çarşı esnafı kepenklerini dahi kapatmadan cenazeyi kaldırmak için kurşunlu caminin avlusunda toplanmışlardı. Mezar kazıcılar sabahtan gitmiş, mezar yeri kazılmış yanına satma ağaçları dizilmiş cenazenin gelmesi bekleniyordu. Hava buz gibi soğuktu kılınan öğlen namazına müteakip omuzlara alınarak ince dar yoldan kimsesizler mezarlığına doğru yol alan kalabalık ALLAH RAHMET EYLESİN DEYİNKİ ALLAH RAHMET EYLEYE diyerek mezarın başına varıp kabire konan cenazeye birer ikişer kürek toprak atan kenara çekilerek diğerlerini izliyorlardı.
Hiçbir zaman bir mezar taşı bile olmayacak olan bu garip yolcu kendini uğurlayanlar tarafından geride bırakılmış gidenler aynı yoldan mırıltılarla konuşarak işlerinin başına dağılmaya başlamışlardı. Bu ölümün ardından artık İkinci sınıfların öğretmeni yoktu her sabah okula geldiğinde kapının arkasına astığı fötr şapkasının yeri belli idi, yaşlı öğretmenin ölümü ile ikinci sınıfların eğitimi yarıda kalmıştı.
Değişik mahallelerden toplanarak gelen öğrenciler kendilerini okutacak öğretmen olmadığından okula gidememişler, o sene hepsi de sınıfta kalmış bir sene sonra aynı sınıf yukarı şehirdeki Dumlupınar ilkokulunda kaldıkları yerden okuyarak eğitimlerine devam etmişlerdi. Tahta obadaki okul olarak kullanılan bina nispeten kullanılamaz hale gelmiş, eğitim içinde yetersiz kaldığından okul meydan mahallesindeki Sarıların evine taşınarak okuma yazma burada devam etmişti. Bu arada Pınarbaşı mahallesinde Çöçünlerin evi olarak bilinen ama herkes tarafından Ğıdoğlu gilin evi olarak bilinen evde de ilkokul eğitimi verilmekte idi.
Durumu iyi olan aileler çocuklarına günlük cep harçlığı verirken durumu iyi olmayan çocuklarda sabahın köründe analarının hazırlayıp bellerine bağladıkları azık ile yani genelde ekmek ile eski Besni´den evlerinden çıkarak yukarı şehire yaptırılmış olan Dumlupınar ilkokuluna yollarda kaynaşarak giderlerdi.
Bu nesil okumak için can atıyordu, şimdiki askerlik şubesinin yerinde olan karakolda azda olsa ortaokul eğitimi verilmekte idi ama yetersizdi. Kaymakam Muzaffer Tanrıöver, Belediye Başkanı Abdulkadir Özbay (HaciPaşa) ilçenin ileri gelenleri bir ortaokul gerek Besni´ye diyerek çare arıyorlardı, çare Ankara´da idi, Ankara´ya gidilecek sorun anlatılacaktı.
Belediye Başkanı ve Kaymakam Ankara´ya gitmişler görüşmeler yapmışlar sonunda oradaki yetkili ağızlar, okulu siz yaptırın öğretmen kadrosunu biz size tahsis ederiz demişler. İlçeye dönen Kaymakam ile Belediye başkanı kolları sıvayarak işe başlarlar, halk arasında para toplanır, Belediye Başkanı Değirmen çayındaki kendine ait kavaklıktaki kavakları sattırarak okulun yapımına maddi yardımda bulunur. Geçmişten beri Küllüğün ora olarak bildiğimiz yere 1949 yılında ortaokulun binası dikilir ve eğiteme başlanır. Okumak için ilçe dışına gitmek zorunda kalmayan çocuklar mutlu, aileler mutlu, bu işi başarı ile bitiren yöneticiler mutludur. Bu okuldan mezun olanlar o yıllarda Malatya, Gaziantep, Ankara ve başka illere gider liseyi okurlar lise diplomasını aldıktan sonra nereyi kazanırlarsa adımlarını üniversiteye atarlardı. İşte bu uzun meşakkatli yollardan birçok hukukçu bürokrat bitirdikleri üniversitelerden mezun olarak ilçemizin adını başarı ile temsil etmişlerdir.
Yetmişli yılların başları idi o zamanlar okullarda kıyafet zorunluluğu vardı. İlkokullarda siyah önlük beyaz yaka takılırken, ortaokullarda kravatın yanı sıra birde şapka takma zorunluluğu vardı. Bu şapkalar Rus generallerinin şapkalarını andırıyordu. İri ve geniş bir yapısı vardı, şapka ile ayın ortasında sarı bir şerit geçer, şapkanın tam ortasında alüminyum gibi bir madenden ay yıldız bulunmakta idi şimdi bu anılar resimlerde kaldı.
Yetmişli yıllarda hangi sene olduğunu tam anımsayamadığım bir sene okulumuz Sarhan mahallesindeki Besni Lisesine taşındı. Artık ortaokulu burada okuyacaktık. Liseler sabahçı biz ortaokullular öğlenci idik. Okulumuzun iki girişi vardı birisi normal merdivenlerin olduğu yerdi, merdivenlerin olduğu yerin damında geceleri ışıklandırılarak çevreye ayrı bir güzellik veren ATATÜRK´ün resmi bulunmakta idi, diğer giriş arkada yıkık olan duvarın olduğu yerdi genelde bu yıkık yerden gider gelirdik.
O günlerin anılarında Rahmetli Arif Doğru, Bedir Sabak okul bahçesinde koridorlarda öğrencilere bir öğretmenden çok bir abi kardeş şefkati ile yaklaşırlar sorunlarına ortak olurlardı. Bu gün ismini hatırladığım Mehmet Çil esprili kişiliği ile herkesi güldürür Ali Ölmez, Mehmet Sapmaz ve ismini hatırlamadığım birçok öğretmenimizi ve öğrenci arkadaşlarımı sevgi ve hasretle anıyorum. O günlerde ailenin bir parçasında öğretmenlerdi öğretmen sevilen saygı duyulan bir büyük olarak görülürdü. Bu günlerde öğretmenler tartaklanıyor, dövülüyor, küfürlere maruz kalıyor daha da yetmedi mi odalarında pompalı tüfeklerle öldürülüyor. En önemli sebeplerinden biri nedir biliyor musunuz, şiddeti tetikleyen argo konuşmaları ile ahlakı bitiren TV dizileri. Bu konuyu çok tekrarlıyoruz belki ama mutlak gerekle olduğu için işlemek zorundayız. Sayın Milli eğitim Bakanı, yetkili bürokratlar bu konularda taviz vermeyin, TV kanallarındaki seviyesiz yayınları gerekli yerlere başvurarak durdurun, sahip çıkın bu memleketin çocuklarına, suça itilen bir nesil değil, geleceği inşa eden bir nesil yetiştirelim. Bizlere o günlerden miras kalan ise o güzel insanların bizlere öğrettiği ahlak ve terbiye ölçüleridir.

BU KÜLFETİ MİLLETİN
SIRTINDAN KALDIRIN

Gelirken ağlayan, giderken ağlatan sevdiklerimizin son yolculuğunda son görevlerimizden biriside onlara karşı defin işlemlerini bitirip onları anılarımızın bir köşesinde yaşatmaktır.
Bizde birçok yerde, ölümün arkasından kendi geleneklerimize göre üç gün yas tutarız taziye evlerinde yası yakınlarımızla paylaşırız. Ülkemizin birçok yerinde ise bu iş mezarın başında defin işlemi ile vedalaşarak son bulur.
Esas konumuz üç günlük yas süresi içerisinde taziye evlerinde yemek verilmesinin ne kadar doğru olduğunun irdelenmesidir. İşte bu konuda en ciddi adımları atarak taziye evlerinde yemek verilmesini yasaklayan Adıyaman Belediyesinin örnek alınacak çalışmaları.
Türkiye´nin çoğu yöresinde istismar edilen, bazı kişilerin sırf yemek için cenaze evlerini, yemek verilen cami derneklerini, taziye evlerini dolaştığı görülürken, bilhassa Doğu ve Güneydoğu´da günlerce devam eden taziye günlerinde bankadan kredi çekerek yemek veren vatandaşların zor durumda kalması üzerine tedbirler alınmaya başladı.
İl ve ilçe müftülükleri, vaizler ve cami imamlarından bazıları taziye evinden yemek beklenmesinin doğru bir davranış olmadığını, cenazeleri yemek şölenine çevirmenin dinen de caiz olmadıklarını açıklarken Adıyaman Belediyesi taziye evlerinde yemek verilmesini yasak etti.
Bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulu´nun kararı şu şekilde: Hz. Peygamber, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır.
Şimdi birçok ilde ilçede konuşulan konu cenaze (taziye) evlerinde yemek verilmesinin uygun olup olmadığıdır. Cenazenin defin edildiği yerde ikamet eden cenaze sahiplerine yakın olan akraba tanıdıklar yemeklerine evlerinde yiyip gelebilirler, ikincisi dışardan gelen üç beş kişide cenaze evi dışında çarşıda pazarda yemeğini yiyip cenaze evine gelebilir, yada cenaze sahibine çok yakınsa cenaze sahibi ile evinde veya dışarda yemeğini yiyebilir. Dışardan gelenler ya birkaç saat kalıp gidiyor yada çok yakın ise bir gün kalıp gidiyorlar.
Bu işe kim el atacak tabi iki bu konuda yetkili olan kurumlarda söz sahibi olanlar Belediye Başkanlığı, müftülük ve ileri gelen akil insanlar hadi bu işe bir el atın kaldırın bu ağır külfeti milletin ve insanlarımızın üzerinden...

ASAYİŞ

Adıyaman’da iki otomobil çarpıştı: 12 yaralı

Adıyaman’ın Kahta ilçesinde iki otomobilin çarpışması sonucu meydana gelen kazada, 12 kişi yaralandı.

ASAYİŞ

Besni'de hafif ticari araç ile otomobil çarpıştı: 1 yaralı

Besni'de otomobil ile hafif ticari aracın çarpışması sonucu 1 kişi yaralandı.

ASAYİŞ

Önce motosikletle ardından ticari araçla çarpışan otomobil ikiye bölündü.

BÖLGE HABERLERİ

İnşaat sahasından elektrik kablosu çalan şahıs suçüstü yakalandı

İnşaat sahasından elektrik kablosu çalan şahıs suçüstü yakalandı