AK Partinin şapkası yok mu?

Sorumlu konumda olanların zaman zaman şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerekir. Bu düşünce molasında işe “biz yanlış yapmayız” diye başlarsanız, sonuç almanız mümkün değil, aksine “bizim yanlışımız nerede?” diye başlamak gerekiyor ve AK Partinin yapmadığı da işte bu… AK Parti, Türkiye’de iki kişiden birisinin oyunu almış, belki bir seçim sonrasında da bunu üç aşağı, beş yukarı […]

Sorumlu konumda olanların zaman zaman şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerekir. Bu düşünce molasında işe “biz yanlış yapmayız” diye başlarsanız, sonuç almanız mümkün değil, aksine “bizim yanlışımız nerede?” diye başlamak gerekiyor ve AK Partinin yapmadığı da işte bu…
AK Parti, Türkiye’de iki kişiden birisinin oyunu almış, belki bir seçim sonrasında da bunu üç aşağı, beş yukarı koruyacak gibi. (Hele ki böyle bir muhalefet anlayışı varken) Ancak her güçlü, beraberinde hatalar yapacağı gibi, en kötüsü yaptığı hataları görmeyecek konuma gelecek olmasıdır ve şu an AK Parti, “hatalarını görmeyen iktidar partisi” kisvesine bürünmüştür.
Ben söyleyeceğim, AK Partililerinse şapkayı önlerine alarak düşünmelerini isteyeceğim. Zor ya, istememiş olmama adına, 2012’nin son yazısı olarak bu yazıyı kaleme almış olacağım, hepsi bu…
***
Son ODTÜ olayı da gösteriyor ki, Türkiye’de polisin toplumsal olaylara müdahalesinin cılkı çıkmış. Ya bu işi hiç bilmiyorlar ya bile bile yapıyorlar. Doğrusu, ODTÜ’de bir grup öğrencinin aslında hak arama gibi bir derdi yoktu, ortada arayacakları bir hak veya mekân söz konusu değildi. O öğrenciler, “kargaşa” çıkarmaktan başka bir şey yapanlar da değildi. Göktürk uydusuna en ufak katkısı olanlar da değildi. Doğal olarak her devirde görüleceği üzere teknolojiye karşı, bilme ve sanata düşman, gelişmeyi sindiremeyen, İsrail’in Göktürk uydusuna bakışı oranında bakan bir grup fanatikti. Ama bu, polisin misliyle müdahalesini aklayacak bir durum da değildi.
Sadece o değil elbet, her hangi bir şeyi protesto etmek için bir araya gelen onlarla ifade edilen kalabalığa, yüzlerce polis göndermek ve ilk başvuracakları engelleme aracının gaz bombası veya tazyikli su olması, katılımcıları kışkırtmaktan ve düşman etmekten öte bir şey değildir.
İktidar, sanki sokağa çıkanlardan korkar hale geldi. Her ne olursa olsun, hak arama çabalarını “terör” diye kabulleniyor görüntüsü vermeye başladı, polislerin müdahalesiyle de bu görüntü, ete kemiğe bürünerek, şiddet olarak karşımıza çıktı.
Ergenekon’la başlayan ivmenin, adaletsizliklerle sürmesi, derin yapı davalarını da sorgulamaya sebep oldu. Türkiye’de eskiden de adalet yoktu ama şimdi adalette güven neredeyse hiç kalmadı. Mahkemeler, güçlüyü koruma, zayıfı ezme mekanizması olarak sürüp gidiyor.
Oysa Türkiye’de çok daha önemli sorunlar var.
Bir çırpıda çözülecek Kürt meselesi var; Hiç kimseyle müzakere masasına oturmadan, her insanın gasp edilen temel hak ve özgürlüklerini iade etme var. Buna anadilde eğitim de dâhildir. Ve bunun için “kimle masaya oturacağım” diye bir arayışa veya karşı duruşa gerek de yoktur.
Sonra bu ülkede “usulsüzlük” almış başını gitmiş. Farklı partilerin seçilmişlerine karşı tahammül göstermeyen iktidar partisinin, ayyuka çıkmış yolsuzluk söylentilerinde kendi seçilmişlerini koruma çabası çok sırıtmaya başladı. Soruşturma açmaya yeltenenlerinse ya tayinleri çıktı ya başka şekilde ekarte edildi.
Yine iktidara gelindiği günden bu yana emeklileri oyalayıp durdular. Aradaki uçurum kapanacaktı, emekliler insanca yaşayacaktı, çooook birikmiş paraları vardı, hesap hatasından dolayı bir hak gaspı söz konusuydu ve bu iade edilecekti. Devlete yıllarca hizmet eden ve ömrünün son demlerini geçim sıkıntısıyla dolduran insanlara umut dağıtıldı, sonu fiyasko oldu.
AK Parti döneminden önce asgari ücretin bir zulüm ücreti olduğunu söyleyen AK Partililer, kendi dönemlerinde 35 lira gibi komik zammı anlatacak kelime bile bulamadılar.
Büyük kampanyalarla, sivil toplum kuruluşlarının gönüllü çabalarıyla ve halkın “değişim” istemesi nedeniyle 12 Eylül’de yapılan referandumda kabul edilen maddelerin hayata geçirilmemesine direnilmesinin izahı bile yapılamadı. Aynı referandumda “pozitif ayrımcılık” diye bugüne kadar ihmal edilen dezavantajlı kesim, dezavantajlarıyla baş başa bırakıldı. Kadınları siyasete sokma tavsiyelerine rağmen, kendi partisinde kadınlara çelme atanların sayısını hesaplamaya bile çalışılmadı.
Kendi ülkelerindeki iç savaştan kaçarak bağrımızı açtığımız Suriyeli Mülteciler için kurulan çadır kentlerdeki yolsuzluklar ayyuka çıkmışken, “ne oluyor?” diyen çıkmadı. Mültecileri rahat ettirmek için her türlü fedakârlıkta bulunurken, onlara hizmet eden kendi insanımızı soyup soğana çevirenlere ses edilmedi. Biraz daha açarsam, birçok kamu kurumunda olduğu gibi, “hizmet alımı” personeli ya da “firma personelleri” zenci olmaya devam etti. Devletin ödediği yol parasını, bir kez daha kesenlerin yanına kâr kaldı. Yine Çadır Kentlere yapılan tüm alımların AFAD aracılığıyla “doğrudan” alınması, suiistimalleri beraberinde getirdi ve adeta peşkeş çekildi, AK Partili yöneticiler zengin edildi. Bununla da kalmadı, işçilerin sosyal haklarına göz dikildi.
182 çağrı merkezlerinde, “eğitim parası” adı altında işe koydukları insanlar sömürüldü, hem 182, hem ttnet çağrısı alarak iki taraftan cepler dolduruldu. Üstelik çalışanlardan “iki eğitim, iki ücret” tahsil edildi.
Ve AK Partililerin tek derdi “muhalif ses olmasın” şekline dönüştü. Bunun için de kimse sokağa çıkmasın, kimse kalemini aleyhimize oynatmasın istendi.
Ve bu istek, 89 yıldır bu ülkede “zorba rejimin” tam adıydı.
Başörtüsü yasağı da bu anlayışın ürünüydü, inançlara yapılan baskılar da, fikirlere vurulan pranga da…
İnsanların, insanca yaşamasının önündeki engel olan bu sakat yapı, şimdi en çok yara alan bir anlayışın eliyle sürüp gidecek gibi.
Oysa Türkiye’de derin yapıyı bozan, antidemokratik yönetimleri demokratik hale getirme çabasında olan ve önemli bir yol alan, eğitimden sağlığa birçok alanda çok ama çok güzel işler yapan iktidar partisi, kendisine yapılan “tahammülsüzlüğü” başkalarına reva görmeye başladı.
Şapkanız nerede, yoksa birer tane uzatayım. Alın önünüze düşünün ama size yapılanları zulüm olarak gördüğünüz zamanları unutmadan…
 
Twitimden seçmeler
Uludere’de yakınlarını kaybedenler “sadece adalet istiyoruz” diyorlar. Ne yazık ki, sadece o yok, her şeyimiz var, bir tek adaletimiz yok!!!

Exit mobile version