Herkesin kendince bir korkusu var; kediden, köpekten, vahşi hayvanlardan, sürüngenlerden bahsetmiyorum. Bize “korkun” diye dikte edilen ama korkulmaması gerekenlerden söz etmek istiyorum. Yoksa korkacak çok şey var şu yalan dünyada…
Karanlıktan korkan, yükseğe çıkamayan, yalnız kalamayanlar da var ama bunu da anlatmayacağım. Terkedilmekten korkanlar da var, “ya beni sevmiyorsa” korkusuyla içi içini yiyenler de…
“Korkunun ecele faydası yok” diyen atalarımız yüzünden, “ölümden korkan” yokmuş gibi gözükse de, “en çok ölümden korkulduğu” bir gerçek. Buna rağmen de “hiç ölmeyecekmiş” gibi bir yaşam sürülmesi de dikkat çekici ama dedim ya benim “korkudan” kastım çok daha başka.
Kaza korkusu vardır herkeste; “Ya dönmezse”, “ya kavuşmazsa” korkusuyla yolcusunu uğurlayanlara “uykunun haram” olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Uçak korkusuyla “hızlı yolculuğu” tercih etmeyenler olduğu gibi “deniz korkusuyla” da egzotik yolculuğa çıkmayanlar vardır. “Hızlı tren” gündemimize yeni girmiş olsa da, korkudan adım atmayanların olduğu bir gerçek.
Hayvanlarla ilgili korkular ise dillere destan. Kadınların fare korkusu, erkeklerin köpek korkusu ve her iki cinsin haşerelerle ilgili korkuları da dikkate değer. Gürültüden korkanlar, deprem olacak diye uyuyamayanlar, sele kapılacağı endişesi taşıyanlar, bir afete kurban gideceğini düşünenler, neler.. neler…
Ya “boğulurum” diye suya adım atmayanlar, ya “düşerim” diye yüksek yerlerde gezmeyenler…
Bütün bunlar aslında “insani” korkularımızdır ve çoğunluğu da tedaviyle düzelecek kadar basittir.
Düzelmeyecekler de var ve ben asıl ondan bahsetmek istiyorum…
***
“W” Bu harften korkan var mı desem, “öyle şey mi olur?” diye tepki gösterebilirsiniz.
Dabilyu veya dubleve diye okunan bu harf, tıpkı “Q” gibi ürkütücüdür kimilerine göre. “X”i benimsediğimizden olsa gerek, kimsenin “X” korkusu olduğunu sanmıyorum.
Çünkü Türkçe 29 harftir ve içinde bu üç harf yoktur…
“Büyüklerimiz böyle emretmiş” diye düşünenler, “dışarıdan gazel okuyan” üç harfe karşı hem tepkilidir, hem de korkar…
(Üç harf denince yukarıdaki korkulara “cin” korkusunu eklemeden de edemeyiz. Ama elbette o da insani bir tepkinin gereğidir.)
İnsani olmayan tepkinin gereği ise “izin verilmeyene” olan korkudur.
Kürtçe Müzik, ilahi, farklı ezgiler, Komünist veya İslamcı ülkelerin müzikleri…
Daha düne kadar sesini duyduğunuzda, “şimdi polis gelir, burayı asker basar” diye düşünenlerin korkusunu hatırlıyorum. Korkunun “bizden” olması veya “insani” olmasından çok öte birilerinin bizim adımıza verdiği kararlar nedeniyle korkmamız dikkat çekici…
Yasakçıların yasaklamasını kabullensek de, kabullenmesek de, karşı koyamayacağımız için içimizi kaplayan ürperti, “sorgulayacaklar” korkusuna dönüşür ve sonuncunda da “alıp bizi götürürler” diye büyüdükçe büyür. Nasılsa derdini anlatana kadar aylarca veya yıllarca içeride kalmak yetmiyormuş gibi en ağır işkencelere maruz kalmanız da olasıdır.
Düşünmekten de korkarız mesela…
Yerin kulağı olduğuna inandırıldığımızdan, sessizce fısıldaşmaların bile derin güçlerin kulağına gideceğine inanırız.
Hele bir de “dilinin freni olmayan” bir hatibi dinliyor, “kalemi keskin” bir yazarın eserini okuyorsanız, nasıl korkmayacağız!
Sadece bu değil tabii, telefonda rahat konuşamaz, rahatça sanal âlemde turlayamayız. Ne e-postayı “güvenerek” yollar, ne paylaştığımız bilgilerin “güven” vermesine inanırız.
Resmi elbiseden korkanımız az mı?
Bir bez parçasından mesela; Başörtüsünden köşe bucak kaçanlar da vardı; devletin temel nizamları bir anda alaşağı edebiliyordu o bez parçası. Üstelik “irtica” gibi çok daha ürkütücü başka korkulara gebeydi!
Korku toplumu oluşturmak isteyenlerin elde ettiği kazanım da tam böyle bir şey.
İçimizdeki ajanlar ve ajan provokatörlerin her köşe başını tuttuğuna inandığımızdan zaten her hareketimizi izleyen “canım” müttefiklerimizin olduğunu da bildiğimizden olsa gerek ki, korkacak çok şey buluruz.
Hâsılı ya insani tepkilerdir korkumuzun nedeni, ya bir hastalık belirtisidir. Belki paranoya dönüşen korkaklığa doğru bir gidiş olduğu söylense de, asıl korku “kendimizden” korktuğumuzdur.
Bu korkuyla hata yapmamaya çalışırız ama hatanın kime göre olduğunu sorgulayamayız. Birine göre hata olan, bana göre yaşam biçimidir. Diğerinin ayıp saydığını ben “doğal” karşılayabilirim. Bugün yasak olanın yarın serbest bırakılmayacağına kimse garanti veremez. Siz istedikçe saçma sapan yasaklar son bulacaktır.
Çünkü senin dilinde serbest olan harf, kelime, cümle, deyim veya atasözlerinin benim dilimde olmaması korkuya sebep değildir. Kulağıma hoş gelen ezgi, bir başkasına tırmalayıcı gelebiliyorsa, neden tırmaladığını sorgulamaya kimsenin hakkı yoktur.
Aslında “korku toplumu” isteyen, yöneticilerin “en kolay hükmetme” metodu olarak tercih ettikleri yolun bu olduğu bir gerçek.
Bu onların problemi…
Oysa problemin kaynağı kendimizde “bu saçmalık nedir?” denileceği yerde “öyle buyurdular” deyip korkmaya başladıkça yeni korkular her yanımızı saracaktır. Siz korkularınızın üzerine gittikçe de, hem kendiniz düzelecek, hem sizi yönetenler hizaya gelecektir.
Yaşamınızı düzene koyan sizin hizaya gelmeniz değil, korku saçanların hizaya gelmesidir.
Twitimden seçmeler
CHP’nin AYM’ye başvurup iptal ettirdiği belediye bursları için CHP kanun teklifi hazırlamış. Hani şu lahanayla turşu vardı ya, tam CHP’ye göre :)))