İnsanların kafalarındaki inatla sürdürdükleri alışkanlıkların zamana yenik düşmesini bekliyor gibiydi, zaman bu insan topluluklarına çare benim der gibi zavallı insanlara acıyarak bakmakta idi. Toprakta insan kokuları geliyordu o ıssız dağların eteklerinde, ovaların uçsuz bucaksız bereketli topraklarında. Yaşamak adına doğanın katledilmesine göz yuman günümüzün modern toplumunu oluşturan vahşi insan toplulukları kendi geleceklerini yok etmenin yarışını yapıyorlardı sanki kendi aralarında. Yeşili katledip beton yığınlarını diktikleri hızla büyüyen şehirlerde betonlara sinen çok kazanma hırslarının arasında insan kokuları geliyordu. Binaların arasında yalnızlaşarak kaybolan insanların içe dönük benliklerinde insan kokuları geliyordu. Çimento, kum ve kalıpların ortaklaşa yükselttiği sitelerde yeşilin ve toprağın tüketildiği alanlarda yükselen beton yığınlarının harcında kalıbında insan kokuları geliyordu. İnsan kokuları sinmişti toprağın derinliklerine, silinemeyen alışkanlıkların arkasında geleneklerden beslenen insanların kokuları sinmişti toprağın derinliklerine. Su kenarında bir kavak ağcının yeşil yapraklarının arasında serçelerin cıvıltıları, akan küçük derelerin içerisinde kurbağa seslerinin bağırtıları sessiz doğaya ayrı bir güzellik katmakta idi. Kurbağalar, kurtlar, kuşlar ve tüm canlı varlıklar kendilerine zarar veren insan kokularından kaçmak istiyorlardı. Kaçmak istiyorlardı ama bir türlü kurtulamıyorlardı, her tarafa sinen insan kokularından.
Derelere akarsu yataklarına kadar sindi insan kokuları, küçük kasabalardan kademeli şekilde büyük şehirlere kadar uzandı akarsuların ve denizlerin kirliliği, suları kirlettik, denizleri kirlettik masmavi suları ölü sulara dönüştürdük, para kazanmak uğruna geleceği öldürerek kendi çıkarlarımız uğruna pis kokularımızı sulara kadar sindirdik. Derelerde kurbağa seslerini sindirdik, fabrika atıklarını, şehirlerin kanalizasyon atıklarını akıtarak kirli bir deniz ve ölü balıkların oluştuğu kirli sular yaratarak insan kokularını derin sulara kadar çıkarlarımız uğruna enjekte ettik. Bazılarımız çok zenginleşti ama mutlu muyuz? Hayır, geleceği bitiren, yarını kendisi içinde yaşanmaz hale getiren bu sistemin koca insanları ’da mutlu değil. Hani derler ya sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin diye mutluluğun resmi yok ki çizesin. Birileri mutlu olurken başkalarını mutsuz ediyor. Bedelsiz ve karşılıksız mutluluk yok dostlar. Mutluluğa ’da sindi insan kokuları mutluluğun her tarafında çıkar kokan insan kokuları birbirini kovalamaktadır.
Küçük köylerden, kasabalardan büyük şehirlere akın eden insanların kokuları bu seferde kendi aralarında kendilerine sinmeye başlamıştı. Herkes bir birinin kokusundan tiksinerek kaçmak istiyordu ama kaçmak istedikçe bir birilerine daha çok yaklaşıyorlardı. Bu kokular zamanla insanların kendi aralarındaki ilişkilere de bulaştı, günlük hayatta alış veriş işlerine, siyaset denilen mekanizmanın her tarafına, kadın erkek arasındaki ilişkilere kadar pis kokular yalanlarla sarmaş dolaş olarak tüm insanların ruhlarına kadar sindi. Hayatın bir parçası haline gelmişti insanların ruhlarına kadar sinen pis kokular. Bu pis kokulardan besleniyordu toplumun bütün katmanları dalgalar halinde. Aldatmak ve aldanmak günlük hayatın yaşamsal oksijeni olmuştu. Bu oksijeni soluyarak yaşamak zorunlu hale gelmişti, bu oksijenin içerisinde namussuzluk, hırsızlık, faizcilik, dolandırıcılık ve ustaca yalancılık bir meslek haline gelmişti. Bu mesleğin baş aktörleri siyasiler, devletten geçinerek ihalelerle zengin olan çakma iş adamları, bunların arkasında kademeli şekilde sistemden geçinen insan tabakaları birbirini takip ediyorlardı. Kendi yarattıkları sistem içerisinde o sisteme mahkûm olan insanları rahatça yöneten bir mekanizma oluşmuştu. Bu insan kokularının dalgalar halinde yaşamın her tarafını esir alan kayıtsız ve serbestçe hâkim oldukları alanlarda insana dair ne kadar değer varsa makam, koltuk ve üst benlik uğruna harcanarak sıfırlanmıştı. Pis kokular sinmişti insanların temiz inançlarının içine, Yozlaştıkça çirkinleşen çirkinleştikçe daha fazla yozlaşarak değerlerini kaybeden bir felsefenin esiri olmuştu insanlar. Buna birçok yerde inanmak diyorlardı bu inanmak değildi düpedüz inananların inançlarını kullanmaktı, buda bir tüccarlık gibi, ticaret gibi kar alanına dönüşmüştü. Yani dinden, imandan geçinenlerin keyfiyet sürdükleri bir alana dönüşmüştü bu coğrafyada birçok yerde.
Bu güzel topraklarda herkes kendi sofrasını zenginleştirmenin yollarını arayıp bulurken, demokrasi adına yarattıkları güçten beslenenlerde kendi dönemlerinin subaşlarında borazancı başı işini yapmakta idiler. Güçlendikçe hâkimiyet alanları artan hâkimiyet alanları arttıkça da kendi demokrasilerini kuran sistemin efendileri gücün keyfini çıkarırlarken borazanlarındaki herkesi rahatsız eden seslerde çirkinliğin ve kudurganlığın kokuları gelmektedir.
Bu yazıda şu ülkeyi veya bu ülkeyi kastetmiyorum ama bilinen o ki bu coğrafyada birçok ülke bu talihsiz kaderi yaşamaktadır.
Daha güzel bir gelecek temennisi ile herkese selam ve saygılar.