Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Kongrelerin parmak adamları

  Siyasi partilerde kongrelerin

 
Siyasi partilerde kongrelerin aslında neden yapıldığı çok açık; yasal zorunluluk. Eğer böyle bir zorunluluk olmazsa hiç kimsenin kongreye yapacağını sanmıyorum. Bu benim bir öngörüm değil, “babadan evlada” geçen uygulamaların yansımasıdır.
Bu bilinmesine rağmen de siyasi partilerde kongrelerin bir yenilenme aracı olduğu söylenir.
Söylemek de çok hoştur hani…
Demokrat olduğunuzu söyler, baskı yaparsınız mesela…
Özgürlüklerden yana olduğunuzu söyler, her şeyi kısıtlamak için cansiperane uğraş verirsiniz.
Farklı fikirlere tahammüllü olduğunuzu söylersiniz, en ufak eleştiride “topuğa sıkmayı” bile düşünürsünüz…
Koltuk sevdalısı olmadığınızı söylersiniz, memlekette sizden başkası yokmuş gibi her kongrede isminizin olması için “ayak oyunları” yaparsınız…
Partide nefer olarak çalışmaya hazır olduğunuzu söylersiniz ama hep “bir numaraya” oynarsınız…
Demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğunu söyler, padişahlık uygulamasını tercih edersiniz. Sizden sonra oğlunuz vardır, kızını vardır…
Partilerin “ihale takibi” yapılmayacağını deklare edersiniz ama yönetim kurulunun tamamına yakını -nasıl oluyorsa- “müteahhit” olur, görev süresi boyunca da ihale peşinde koşan üyelerin meziyetlerini öğrenirsiniz…
İstişarenin ne kadar önemli bir şey olduğunu söyler, tek başına karar almanın keyfini sürersiniz…
“Benden daha iyi yapacak gelsin” diyerek asıl amacın partiye ve millete hizmet olduğunu söylersiniz ama nasıl oluyorsa sizden daha iyi yapanını aramaya kalkmadığınız gibi geleni de diskalifiye edersiniz…
Peynir gemisinin lafla yürümeyeceğini iyi bildiğinizden, görüntüyü kurtarmanın daha iyi olduğunu düşünürsünüz ve bol keseden atar durursunuz…
Ve sonra bir kongre daha gelir…
Alırsınız elinize listeyi…
Dört dönemdir “demirbaş” isimler görürsünüz…
Üç dönem aynı soyadın, devamına tanıklık edersiniz. Babadan oğula geçmiştir…
Bir başarı gösterdiği için değil “benim elim olsun” diye düşünülerek önerilen isimlere rastlar, kişilik sorgularsınız…
Sonra her vekilin adamı olduğu gibi, her vekilin muhalifini de bulmanız gerekir…
Bakarsınız vekiller bastırmıştır, belediye başkanı bastırmıştır, belki partinin genel merkezi bastırmıştır ve size başka çare bırakmazlar…
Alırsınız elinize kalemi, önce sayı arttırırsınız…
Çok zor değil ya, 40 kişilik bir yönetiminiz varsa bunu 50 yaparsınız, 60 edersiniz…
Maksat, vekilin de hatırı kalmasın, belediye başkanının da…
Elbette ki herkesin bir hesabı vardır ve gün gelince kendi lehine parmak kaldıranları ararlar…
Onların “parmak”a ihtiyacı varsa, sizin aday olmanız halinde de “parmak”a ihtiyacınız olacak ve “parmak adamları” yazmanız gerekecek…
10 kişi çıkarırsınız, 20 kişi eklersiniz…
Ve alın size yenilenme…
Hani kongreler yenilenme aracıydı ya, yoksa unuttunuz mu?
Zaten vekiller de “önerdiğim adam bu işi iyi yapacak” diye öneride bulunmaz.
(İstisnalar da kaideyi bozmaz.)
Önerilen her isim, “sözümden çıkmaz”dan öteye bir şey değildir…
“Ben deyince el kaldıracak” diye düşünülüyorsa “zamanı geldiğinde” çok işe yarayacağı kesindir.
Öyleyse ağızlara bir parmak bal çalmak gerekir ve bir unvan yüklemek icap eder…
Al sana yönetim kurulu üyesi…
Üstüne de (çooook sayıda olan) bir de başkan yardımcısı unvanını ekledik mi, değme keyfine…
Artık sağa sola hava atabilirsin.
“Ben şu partide başkan yardımcısıyım” da diye bilirsin, “yönetim kurulu üyesi” de…
Hele bir de iktidar partisiyse var ya, yok ben söyleyemeyeceğim, içim elvermedi, açılan kapıların sayısını hesaplamakta zorlanacak, alacakları ihalenin miktarını yazmaktan korkacağım…
Bir kazan bal gerekiyorsa, bir parmak bal çalmaktan kaçınmamak gerekiyor.
Kaz gelecek yerden “tavuk” esirgemek mümkün mü?
O zaman, potansiyel muhaliflere de unvan verin…
Eski aday adaylarını kırpıp kırpıp yönetim kurulu üyesi yapabilirsiniz mesela…
Daha önce başarısızlığı ispatlanmış ama “olması, olmamasından hayırlıdır” diye düşüneceklerini de ekleyeceksin…
Hâsılı ayak bağı olacaklara unvan vereceksin…
“Pabuç gibi dili çıkacakları” susturmanın yolunu bulacaksın…
Ve tabii ki “kesintisiz itaat edecek” adamlarını yerleştireceksin…
Demokratlık bunu gerektirir…
(Yine istisnalar kaideyi bozmaz ve sırf kendi başarısıyla gelenler bunun dışındadır ve asıl arzulanan da budur.)
Zaten kongreler bu nedenle bir yenilenme aracıdır, taze bir kandır, yeni bir sestir, yeni bir soluktur… (Biz söyledik, siz de inandınız değil mi?)
Her şey bir yana bir partide il başkanı ve ilçe başkanından ötesi teferruattan ibaretse bu kadar kargaşanın, didişmenin, ince hesapların, ayak oyunlarının ne yeri var?
Yoksa var mı?
Hadi belki de “benim adım olsun, süs diye dursun” diye düşünenler de vardır…
 
Twitimden seçmeler
Üç kuruşa bedenlerini satanlardan daha korkunç olanı ruhlarını satanların olmasıdır.
twitter.com/naifkarabatak