Nevruz’un adı barış oldu!

Barıştan yana olanlar, barışa karşı duranlar ve kafaları karışık olanlarla birlikte uzun bir yolculuğun sonuna gelindi gibi. Baskı, zulüm ve şiddet sarmalının doğurduğu terör, dün 21 Mart Nevruz Bayramı’nda yeni bir sürece girdi, barışa yelken açtı. Dün, Diyarbakır’da yoğun kalabalık ve Nevruz coşkusu yaşadı. Olay olmadı, gerilimi tırmandıran veya karşı koyanlar çıkmadı. Sinirler gerilmedi, yumruklar […]

Barıştan yana olanlar, barışa karşı duranlar ve kafaları karışık olanlarla birlikte uzun bir yolculuğun sonuna gelindi gibi. Baskı, zulüm ve şiddet sarmalının doğurduğu terör, dün 21 Mart Nevruz Bayramı’nda yeni bir sürece girdi, barışa yelken açtı.
Dün, Diyarbakır’da yoğun kalabalık ve Nevruz coşkusu yaşadı.
Olay olmadı, gerilimi tırmandıran veya karşı koyanlar çıkmadı.
Sinirler gerilmedi, yumruklar sıkılmadı, dişler bilenmedi.
Olması gereken oldu.
Doğal olarak eleştirecek tablo da vardı, takdir edilecek tablo da…
Bahar Bayramı, toprağın yeniden uyanışını, barışa doğru kaydırdı.
Günlerdir, Abdullah Öcalan’ın Nevruz mesajı merak ediliyordu.
BDP, PKK ve genelde de ülkemiz insanına yönelik “barış, kardeşlik” vurgularıyla dolu mesajı okundu.
İçinde katılacağımız yönde vardı, karşı çıkacağımız da…
Ancak “genel olarak” iyi hazırlanmış, süreç anlatılmış, silahlı mücadelenin gereksizliği, insanların ölmesinin nedensizliği ve mücadelenin demokratik zeminde siyasetle sürdürüleceği üzerine kurulmuştu.
Öcalan, “Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklılıklarla, dinlerle, mezheplerle, kardeşçe yaşayan Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç’in kardeşleridir. Halay ve delilo, horon ve zeybek akrabadır. Bu büyük medeniyet, bu kardeş topluluklar, siyasi baskılarla birbirine düşürülmeye çalışılmış hakkı, hukuku, eşitlik ve özgürlüğü esas almayan düzenler inşa edilmeye çalışılmıştır.” derken, hep söylemeye çalıştığımız birlikteliğe, kardeşliğe vurgu yapmış.
İnsanlar farklı düşünebilir, farklı inanabilir ve farklı siyasi düşünceye sahip olabilir ama bu, “bir arada” olmaya engel olmamalı. Aynı zeminde siyaset yapmanın yolu tıkanmamalı. Kendini özgürce ifade edebileceği ortamlar yüzlerine kapanmamalıdır.
İnsanlar ait olduğu kimlik veya “ait olduğuna inandığı” kimlikle kendini ifade edebilmesi en temel hakkıdır. Tıpkı inandığını söylemesi gibi, tıpkı özgürce ibadetini yapma hakkı gibidir.
Türkiye zor süreçlerden geçti.
Darbe dönemlerinde bu ülkenin insanları çok çekti.
İnsan onur ve şerefini ayaklar altına alan hakaretler yapıldı, işkence edildi, bir gece alınıp, bir daha döndürülmedi.
Darbecilerin günahını 30 yıldan fazladır bu ülkenin insanları çekiyor ve halen utanmadan “bugün olsa gene yaparım” tavrından vazgeçmiyorlar.
30 yıldır gencecik insanların toprağa düşmesine sebep olan Kenan Evren ve onun eli kanlı arkadaşları, sadece insanımızı öldürmesine sebep olmadı, geleceklerini çaldılar, umutlarını aldılar, yüreklere ateş koydu, gözlerden yaş akıttılar.
Halkın vergilerini ipotek altına aldı ve terörle mücadeleye harcamak zorunda bıraktılar veya her gelen çözümü silahta buldu, kaynakları o yönde harcadı.
Darbe heveslilerinin işine geliyordu.
Terör olacak, ülke karışacak, “kırmızıçizgileri” hiç değişemeyecekti.
İnanç korku kaynağıydı, dil korku kaynağı, düşünce korku kaynağıydı.
Barış içinde yaşayabileceğimiz bir ortam varken, bizi ayıracak her yolu denediler.
İnsanların alışkanlıklarını değiştirdiler.
Bugün “Kürtçe anadilde eğitim” dendiğinde karşı çıkanların esas kaynağı “öğrenilmişlik çaresizlikten” başka bir şey değildi çünkü.
Bu ülkede ikinci sınıf vatandaş yoktu ama hep varmış gibi gösterdiler.
Birinci sınıf hep kendileriydi, diğerleri “önemsenmeyerek” sınıflara ayrılıyordu.
Baskıyla, inkârla, yok saymayla, özgürlükleri kısıtlamayla, düşüncelerini ifade edenleri bastırmayla ülke yönettiğini sandılar ama aslında koltuklarını sağlamlaştırmaktan başka yaptıkları bir şey yoktu.
Ama o koltukları artık yok.
Bu millet hiçbir zaman baskıya boyun eğmedi, darbecilere de ilelebet eğecek değildi.
Dün, Diyarbakır’da okunan mesaj, gelinen nokta açısından umut verici…
Bir hayal edin bakalım…
Silahlar bırakılacak, terör örgütü üyeleri ülke dışına çıkacak.
Hiç olay olmayacak.
Doğu ve güneydoğuda esnaf kepenklerini kapatacak gün bulamayacak.
Her gün şehit cenazeleri de gelmeyecek, dağa çıkan insan da olmayacak, orada ölen de bulunmayacak.
Acı olmayacak, gözyaşı dökülmeyecek, huzur içerisinde bir yaşam sürülecek.
Ve yine siyasi arenada herkes dilinin döndüğünce, gücünün yettiğince, bilgi ve birikiminin elverdiği ölçüde mücadelesini sürdürecek, kendisini anlatacak, oy isteyecek, çözüm arayacak…
Ülkenin ekonomisi halka ve yatırıma yönelecek.
Daha çok kazanma, daha çok istihdam ve daha çok maaş olarak karşılığını bulacak.
Sonra yatırımlar artacak, yaşam standardı yükselecek.
Bütün bunlar güzel elbet.
Güzel de böyle bir ortamda Ergenekoncuların ve “ırkçıların” manevra alanı yok.
Barıştan herkes kazançlı çıkacak veya diğer bir deyimle bütün halk, barıştan ekmek yiyecek…
Barış, bir tek savaştan nemalananlara ekmek vermeyecek.
Ne ki, şimdiye kadar yediklerine saysınlar…
Bir dönem kapanıyor ve bir tarih yazılıyor. Nevruz’un adı barış oluyor.
 
Twitimden seçmeler
“Çanakkale” veya “Kurtuluş” mücadelesini “gururla” anlatanlar, gün gelir, savaştan kurtulanların “şapka”ya kurban edildiğini söyleyecekler!

Exit mobile version