Annem bunun üzerine evimizde olan Yılmaz Güney posterlerini ve resimlerini kaldırmaya ve saklamaya çalışıyordu. O esnada babam iki dizinin üstüne çöktü, benim iki yakamdan tuttu ve dedi ki, “bak oğlum evimize askerler gelecek ve sana ismini sorduklarında sakın ola onlara Yılmaz deme, isminin Ahmet olduğunu söyle”. Tabi o zamanlar çocuk olduğum için buna pek anlam verememiştim. Ama sonraları öğrendim ki yılmaz ismi tehlikeli bir isimmiş. Ve yılmaz isminden dolayı insanların tutuklandıkları, sorguya çekildikleri olabiliyormuş. Ne garip bir insanın ismimden dolayı sorguya çekilmesi, günümüz genç insanın pek de anlayamayacağı bir durum.
Evet Türkiye çok değişti ve değişiyor. Bir zamanlar yasak ve tehlikeli olarak gördüğümüz bu isimler, çok rahat yeni doğan çocuklara konulabiliyor hatta bu kişilerin filmleri televizyonlarda çok rahat gösterilebiliyor. En son, daha düne kadar vatan haini olarak gösterdiğimiz sanatçımız Ahmet Kaya, Cumhurbaşkanlığından yılın sanatçısı ödülünü alabiliyor. Demokratikleşme paketi ile çok renkliliğimizi ortaya çıkaran, güzel atımlar gerçekleşiyor. Bunları ülkemiz adına güzel ve takdire şaiyan durumlar olarak görüyorum ve bu noktada özgürlükler adına bu cesaretli adımları atan siyasi erki canı gönülden kutluyorum ve başarılı buluyorum.
Lakin, her şey yolunda giderken, maalesef geçen hafta gündemi meşgul eden “Öğrenci evleri” konusu, bireysel özgürlükler açısından bu olumlu gidişatı zarara uğratacağı kanısındayım. Ve bu gündemin mevcut siyasi erkin, özgürlükler konusundaki somut ilerlemesini de olumsuz etkileyeceğini düşünüyorum.
Peki “öğrenci evleri” konusu nasıl değerlendirilmelidir? Bu konunun gündeme geldiğinden beri yazlı ve görsel medyamızın çoğu, siyasi partilerimiz olayı, dinsizlik yada dindar olma noktasında ele almışlardır. Bu çok büyük bir yanılgıdır ve bizlere çok bir şeyler kazandırmayacağı gibi toplum olarak da kutuplaşmamıza yol açabilecektir. Mevcut siyasi iktidar kendini, dindar muhafazakar bir parti olarak tanıtmakta ve öğrenci evlerinin toplumsal ahlakı zedelediğini ifade etmekte, ana muhalefet partisi ise iktidarın dindar bir parti olduğunu ve ülkenin daha dinci bir ülkeye dönüştüğünü ifade etmektedir. Kanaatimce bu iki yaklaşımda çok tehlikeli ve yanlıştır. Çünkü öğrenci evleri konusunu, kız ile erkeğin aynı evi paylaşması düzleminde tartışmak bizlere çok şey kazandırmaz. Bu durumu, bireysel özgürlükler, mülkiyetin güvencesi çerçevesinde ele almak gerekir. Maalesef şuana kadar bizim çok bilmiş medyamız ve aydınlarımız bu noktaya çok fazla deyinmediler. oysa olayları dindarlık/dinsizlik yönü ile değil bireysel özgürlükler yönü ile değerlendirirsek çok daha faydalı olur diye düşünüyorum.Bu noktada “öğrenci evleri” konusu ile ilgili birkaç değerlendirmemi sizlerle paylaşmak isterim.
Öncelikli olarak, öğrenci evlerinin denetlenmesindeki çıkış noktası, “toplumsal ahlak” diye bahsedilen bir kavramın elde edilmesiymiş. Oysa bir toplumda tek bir toplumsal ahlaktan bahsetmek mümkün değildir. Aynı mahalledeki komşunuz sizinle aynı inanışlara, değerlere, kısacası ahlak anlayışına sahip olmayabilir. Komşunuz oruç tutarken siz tutmaya bilirsiniz. Yada komşunuza göre alkol tehlikeli ve yasak olabilir ama size göre güzel bir içecektir. Bu açıdan tek bir toplumsal ahlak yoktur ve bunu bir topluma uygulatmak tamamiyle totoliter, baskıcı bir anlayıştır. Nasıl ki 28 şubat öncesi dönemde “kamusal alan” kavramı kullanılarak evimizin bahçesinde, mahallemizdeki parkda başörtüsü yasaklanmaya çalışılmıştı, eşi yada kendisi namaz kılıyor diye bir çok kişi işinden olmuştu. Ve bu süreç temel hak ve özgürlerin çiğnenmesi açısından dini inancını yaşamak isteyenlerin mağduriyeti noktasında şu anki siyasi erk, tarafından haklı olarak eleştirilmişti (şahsımda bu yönde düşünüyorum). Şimdi de kendi ev arkadaşını seçme, istediği kişi ile yaşama hakkının elinden alınması açısından temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesi açısından hiçbir fark olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden öğrenci evleri olayına bireysel özgürlükler açısından bakılmasının uzun vadede daha yararlı olacağını düşünüyorum. Yoksa gelecek bir zamanda siyasi gücü elinde bulunduracak her hangi bir grubun kendi doğrularını, toplumun diğer bireylerine zorla, baskı ile uygulatmalarını tekrar yaşamak mümkün olacaktır.
Yine öğrenci evleri noktasında gözden kaçırdığımız önemli bir nokta daha bulunmaktadır:
Maalesef, ülkemizde, hedef şaşırtmaca çok kullanılan bir yöntemdir. Devlet yakın tarihte ve günümüzde yanlış olarak lanse ettiği bazı durumları, vatandaşın hatasıymış gibi göstermeye çalışmaktadır. Yakın tarihte özel dersanecilik eleştirilerek, dersaneciler öğrencileri sömüren, aç gözlü bireyler olarak gösterilmiştir. oysa gerçek suçlu eğitim sisteminin kalitesinin düşmesine yol açıp öğrencileri özel kurumlara mahkum eden eğitim sistemimiz değil mi? Şimdi de, öğrenci evleri ile ilgili rahatsızlıklar ortaya konulup bu rahatsızlıkların kaynağı olarak, bu apart daireleri yapan mütahhitler, ev sahipleri, yada bu evleri satın alan kişiler ve kiracılar suçlu gösterilmeye çalışılıyor. Peki büyük şehirlerde her noktada bu binaların yapılmasına izin veren belediyelerin, yada bakanlığın hiç mi suçu yok? Zamanında bunlara çok rahat izin verip sonrada bunları satın alanları eleştirmek ve suçlu bunlarmış gibi göstermenin çok doğru bir yaklaşım olmadığını düşüyorum. Eğer bu binalar sıkıntılı ise çözüm bunlara izin verilmemelidir diye düşünüyorum.
Yine son bir nokta, eğer söylendiği gibi toplumun tek bir ahlak anlayışı varsa (ki kanımca böyle bir şey olamaz), bu anlayışı zedeleyen sadece ve sadece öğrencilermiş gibi lanse etmek yarını emanet edeceğimiz bu gençlere çok büyük bir haksızlık oluşturmaktadır. Kendim bir üniversite hocası olarak, öğrencilerimin toplumun, ahlaksızlık kaynağıymış gibi gösterilmesinden büyük bir üzüntü duyduğumu birde çocukları üniversitede okuyan velilerin bundan ne kadar olumsuz etkileneceklerini düşünmemiz gerektiğini ifade etmek isterim. Daha geçen yıl mevcut siyasi erk, milletvekili seçilme yaşının 18 olması gerektiğini savunmuş iken şimdi gençlerimize bu güvensizliğin nasıl oluştuğunu anlamış değilim. 18 yalındaki bir gence beni temsil etmek hakkını uygun gören bir tavır, aynı kişinin bir evde nasıl ve kiminle yaşayacağını saptayamayacağını nasıl düşünür anlamış değilim.
Sonuç olarak; ülkemiz adına çok güzel dönüşümlerin yaşandığı, zenginliğimizin çok çeşitliliğimizden kaynaklandığını ifade eden bir sürecin, nasıl bu noktaya geldiğini anlamak kolay olmamaktadır. Daha iyi, daha güzel yarınların yaşanmasında temel çözümün baskı, şiddet değil bireysel özgürlüklerin korunması olduğu gören ve kabul eden bir yapının egemen olması dileğiyle….
Doç. Dr. Ahmet Yılmaz ATA
Gaziantep Üni. İİBF. İktisat böl. Öğretim üyesi
ayata@gantep.edu.tr