Bugün, bir milletin kaderini değiştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, minnet ve özlemle anıyoruz. Her 10 Kasım’da içimize çöken sessizlikte onun yokluğunu değil; bıraktığı değerlere, düşünceye ve yaşam biçimine duyduğumuz bağlılığı yeniden hatırlıyoruz.
Her 10 Kasım’da olduğu gibi, bu yıl da Atatürk’ü sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz. Onun sadece bir lider olarak değil, yaşam biçimiyle de bizlere örnek olduğunu yeniden hatırlamak istiyorum. Bu yazıyı da tam olarak bu düşünceyle yazdım. Her yıl aynı değeri yeniden dillendirmek gibi belki ama aslında her yıl, bu değeri yeniden diri tutmak için.
Geçtiğimiz yıl bu köşede, Atatürk’ün sağlıklı yaşam alışkanlıklarını ele aldığım bir yazı yazmıştım. O yazıya gelen güzel geri dönüşler ve içten yorumlar bana şunu gösterdi: Bu hatırlatma değerliydi. O yüzden bu yıl da aynı inançla devam etmek istedim.
Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca ileri görüşlü bir komutan ya da devlet adamı değildi; aynı zamanda sağlığına, disipline ve yaşam dengesine önem veren bir insandı. Onun sofrasında abartı yoktu. Sıklıkla sade yemekler tercih ederdi. Öğle yemeğinde kuru fasulye, pilav ve ayran gibi basit ama besleyici menüler olurdu. Kahvaltısı ise çoğu zaman hafifti; bir kase yoğurt ya da sadece ayran ve bir dilim ekmekle geçiştirirdi.
Ancak en dikkat çekici alışkanlıklarından biri, “sofradan doymadan kalkmak” prensibiydi. Yani yalnızca ne yediği değil, ne kadar yediği de ölçülüydü. Bu alışkanlık, bugün hâlâ sağlıklı beslenme ilkelerinin temelinde yer alıyor.
Bir diğer önemli nokta: Günlük yaşamında belli bir düzene sadıktı. Sabah erken saatlerde kalkar, kahvesini içer, gazetelerini okur; çalışmaları çoğu zaman akşam geç saatlere kadar sürerdi. Fiziksel olarak da oldukça aktiftir aslında, yürüyüşü sever, dans eder, yüzmeye giderdi. Yani o dönem için oldukça farkındalık içeren bir yaşam tarzıydı bu.
Bugün masa başında, telefon ve ekranlar arasında geçen bir hayatın içindeyiz. Atatürk’ün “ölçü, denge ve sadelik” üzerine kurulu yaşam tarzı, bize hâlâ çok şey söylüyor.
Ne yediğimizi düşünmek, ne kadar hareket ettiğimizi gözden geçirmek, bedenimize kulak vermek… Aslında bütün bunlar, bize bir “saygı biçimi”.
Geçen yıl başlattığım bu yazı geleneğini, her 10 Kasım’da hem kendime hem okurlarıma bir hatırlatma olarak sürdürmek istiyorum. Çünkü bazı değerler, ancak hatırladıkça yaşatılıyor.
Bu yüzden ben her yıl bu yazıyı yazmaya devam edeceğim. Çünkü her yıl, bu hatırlatmayı yeniden yapmaya değer.
Bugün hem Atamıza duyduğumuz saygıyla doluyuz, hem de ondan aldığımız ilhamla kendi yaşamımıza daha dikkatle bakıyoruz.
Saygı, özlem ve minnetle…

