Görmediğimiz Küçük Dünya

Görmediğimiz Küçük Dünya

Belki de en büyük hatamız, hayatımızda önemsiz sandığımız o anların gücünü fark edememek. Göz ucuyla bakıp geçtiğimiz, hafızamızda bir iz bırakmadığını sandığımız küçük olaylar, farkına varmasak da ruhumuza dokunur. O hiç konuşmadığınız komşunuzun balkonuna astığı renkli çamaşırlar; hiç tanımadığınız bir çocuğun yolda unuttuğu kırık bir oyuncak… Belki evde bir köşeye sinmiş ve kim bilir ne zamandır dokunmadığınız tozlanmış bir kitap, kendi hikayenizi hatırlamanız için sessizce orada duruyor. O sayfalarda geçmişin izi, belki eski bir hatıra, belki yıllardır saklı bir duygunun sesi var. Bu küçük anlar, görmediğimiz bir dünya gibi, hayatımızın büyük tuvalinde birer renk, birer dokunuş. Hayatın görünmez örgüsü, tam da bu sıradan görünen ama bir araya geldiklerinde varoluşumuzu şekillendiren anlarda gizli. Bu, küçük anların rüyasıdır.

Her gün yanından geçtiğimiz, ama aslında hiç farkına varmadığımız bir dünya var. Hayatın ritmi hızlandıkça, bizler de bu dünyadan uzaklaşıyor, anların akışını kaçırıyoruz. Modern hayat bize büyük hedefler, büyük başarılar vaat ederken; o küçük ama derin anlamları elimizden alıyor. Büyük resimle, büyük hayallerle o kadar çok meşgulüz ki, küçük olanı görmek neredeyse imkansız hale geliyor. Belki de bu “önemsiz” anları toplamaktan vazgeçtiğimizde, içimizde açıklayamadığımız o boşluk büyümeye başlıyor. Belki bizleri mutsuz eden şey, hayatımızın temel taşları olan bu küçük anları unutmamızdır.

Bir gün, farkında olmadan elimize bir tozlu kitap alıyoruz ya da bir anda gözümüz boş bir sandalyeye takılıyor, aklımızda beliren geçmiş bir gülüşü hatırlıyoruz. İşte tam o anda, gözümüzden kaçmış bir detayın ruhumuza dokunduğunu fark ediyoruz. Belki sıradan bir sokaktan geçerken bir anda eski bir melodiyi duyuyoruz, ya da hiç tanımadığımız bir yüzle göz göze geliyoruz. O an, belki çocukluk yıllarımıza ya da gençliğimizin heyecan dolu anlarına dönüyoruz. Ya da sahilde yürürken bir martının denize süzülüşünü izliyoruz; o uçuş bize özgürlüğün ne kadar basit bir şey olduğunu hatırlatıyor. Bu küçük anlar, aslında hayatın gerçek özü; fark etmesek de, ruhumuzun gizli köşelerinde izler bırakarak içimizi yeniden şekillendiriyor.

Gelin, küçük bir yolculuğa çıkalım. Bugün en son ne zaman durup bir çiçeği, sokaktaki bir kediyi ya da yanından geçtiğiniz insan yüzlerini fark ettiniz? Hızla yürürken dünyamızın bu kadar büyük olduğunu hissetmek zor, değil mi? Oysa ki hayat, fark edemediğimiz ayrıntılarla dolu bir dünya sunuyor bize. Çiçeklerin gövdesinde akan damlalar, rüzgarla savrulan sararmış yapraklar, ya da tanımadığımız birinin sıradan bir gülüşü… Fark etsek de etmesek de bu anlar, yaşadığımız her güne gizlice dokunuyor. Birbirine eklenerek içimizde görünmeyen bir tablo, bir resim oluşturuyorlar. Bu detaylar, belki bize kendi hikayemizi; unuttuğumuz ya da belki kaybettiğimiz parçalarımızı hatırlatıyor.
Zihnimiz bir gün tüm bu anları bir rüyada bir araya getirse… Düşünün; sokaktaki sahipsiz bir oyuncak, komşunun balkonundaki bir gülüş, bir metro vagonunda karşımızda oturan yorgun bir yüz… Hepsi oradadır, ama kendi başlarına; bir anlam arayışında değil, hayatın akışı içinde. O rüya bize şu gerçeği anlatır: Hayat büyük bir hikaye değil, aksine küçük, kendi halinde akan sayısız hikayeden oluşuyor. Her detay, her küçük an, görünmeyen bir iplikle birbirine bağlı. Ve biz, onları görmesek de bu anlar, hayatımızın büyük resmi içinde kendine ait bir yer buluyor. Öylesine orada duran o tozlu kitap gibi, bu anlar da hikayemizin tamamlayıcı parçalarıdır. Bir an gelir, gözümüzden kaçmış bir hatıra yavaşça ortaya çıkar, bize hayatın sırrını fısıldar.

Hayatı dev adımlarla değil, bu küçük anları toplayarak yaşamak belki de anlam bulmanın en sessiz ama en derin yoludur. Hayat büyük hedeflerle değil, küçük detaylarla anlam kazanır; yaşadıklarımızı değerli kılan, o detayların bir araya gelerek oluşturduğu dokudur. Her bir küçük an, bir diğerine eklenerek hayatımızı örer, bize kendi hikayemizi anlatır. Bu nedenle, belki de kendimize ufak bir söz vermeliyiz: Önümüzdeki hafta, belki sadece birkaç dakikalığına bile olsa kendimize durma izni verelim. Koşmayalım, bir ağacın gölgesinde duralım, rüzgarı hissedelim, bir anlığına tüm dünya dursun. Bu sessiz anlarda belki unutulmuş, görülmemiş anların o rüyasına biraz daha yaklaşırız. Bir çocuğun gülüşünde, bir yabancının bakışında, bir yağmur damlasının camdaki yolculuğunda kendimizi yeniden buluruz.
Kim bilir, belki o küçük anların rüyasında, unuttuğumuz bir parçamıza yeniden kavuşuruz….
***************************************************************************
Kasım’ın güzel geçmesi dileğiyle.. Aralık’ta görüşmek üzere….
***************************************************************************
Ayın Sözü: En çok da kendime mahcubum.Olmazlara ziyan ettim gönlümü…
Ayın Şiiri: Enkaz Kaldırma Çalışmaları/Didem Madak
Ayın Kitabı: Gözlerine bir bak, içinde hayat kalmamış/Kitaptan../ İvan İlyiç’in Ölümü/Lev Tolstoy.

Exit mobile version